Avşa Adası’na pek çok şekilde ulaşmak mümkündür. İstanbul’dan deniz otobüsüyle 2 saat 45 dakika ulaşılmaktadır. Erdek’ten ise gemiyle yaklaşık 2 saatte ulaşılmaktadır.
Yaz sezonunda İstanbul’dan her gün deniz otobüsü seferleri yapılmakta olup, hafta sonları ek seferler de konulmaktadır. Tekirdağ – Avşa ve Şarköy – Avşa seferi yapan büyük motorlar iki saatte adaya varırlar.
İstanbul, Tekirdağ ve Erdek’ten feribot ve deniz otobüsleri bulunur. Avşa Adası‘na Bursa, Eskişehir, Ankara, İzmir dahil yakın illerden geleceksiniz Erdek iskelesinden Gestaş, Adalar 1 veya Marmara Roro arabalı gemilerini kullanmalısınız. Avşa’ya İstanbul’dan en hızlı Yenikapı, Bostancı ve Avcılar’dan İDO ile yolcu gemisi ile Tekirdağ’dan ise Akport Gümrük Limanı’ndan Avşa’ya arabalı feribotlarla ulaşabilirsiniz.
Marmara Adalar Avşa Belediye Hizmet Binasının Önündeki Mermerde Yazan Avşa Adası Tarihçe :
Adanın yüzyıllar içinde değişerek gelen pek çok ismi vardır. KYZİKOSLU PİONESES (PROPONTİS) adalarını anlatırken Meryem Ana Manastırı sebebiyle PANGİA adının verildiğini bahseder. Marmara Adalarında tarihi incelemeler yapan GEDEON a göre Patrikhane tarafından verilen 1892 tarihli Tavsiyenamede ise, adanın ismi AOUSİA biçiminde yazılmıştır. Rumlar adayı terk etmeden önce ise AFİSSİA ismini kullanmışlardır. Adanın ismi daha daha sonraları Araplar Adası olarak da anılmıştır. Yakın zamanlarda adanın fotoğrafı adı TÜRKELİ olmuştur. Daha sonraları ve çağımızda de adanın tarihi isminin Türkçeleştirilmiş biçimi olan AVŞA kullanılmaya başlanmıştır. Adanın ilk yerli halkı hakkındaki ilk yazılı bilgiler coğrafyacı STRABON ile tarihçi PLİNİUS’ un kitaplarında bulunur. Toprak durumu yüzünden hiçbir zaman zengin olamamış bağımsız bir idareye kavuşamamış olan ada tarih içinde çevresinde hakim olan kuvvetin arkasından gitmiştir. Hıristiyan din adamları için bir sürgün yeri olarak kullanılmış ve bütün orta çağ boyunca boş kalmıştır. Yazmaktadır.
Marmara Denizi’nin güneyinde, yüzbinlerce sene önce Kapıdağ Yarımadası’ndan kopmuş bir ada, Avşa. Rumların, Arapların ve sonraki zamanlarda Türklerin yerleştiği ada, eski taş devrinden bugüne çok sayıda uygarlığa ev sahipliği yapmış. Adanın “var olan”, daha doğrusu taş yığını halinde duran tek eseri ise tarihi St. George Manastırı. Adadaki diğer tüm eserlerin kalıntıları, yani mezar stelleri, amphoralar, yazılı kitabe parçaları, sunaklar, sütunlar, tarihi şaraphane kalıntıları, eski değirmenler, Bizans mimarisinden kalma parçalar ise, adadaki evlerin temellerini ve bahçe duvarlarını süslüyor!
Rahiplerin sürgün yeri 360 sene önce yapılan St. George Manastırı’nın, uzun dönem rahipler için “sürgün yeri” olarak kullanıldığı biliniyor. Kısa süre öncesine kadar bu manastırı süslüyen freskler ise, artık yok! Taş yığını olarak duran manastırdan kısa süre sonra hiçbir iz kalmayacağı da ortada. Pek çok kereler zevk için dinamitlenmiş manastırdan geriye kalan şu anda yığın halindeki taş parçaları. Şaraphaneler ise bir dönem için define avcılarının hedefi ve kurbanı olmuş. Yok olan tarihi eserler arasında neler yok ki? Bir Roma mezarı içerisindeki kemikler kırılarak yok edilmiş, bir Roma sunağı ilgisizlik sebebiyle götürülmüş. Adanın kuzeyinde Çiftlik mevkiinde, tepede ve deniz kenarında kumsalda, sıra halinde dizilmiş “kiremit mezarlar” ise denizin sahili aşındırması sonucu ortaya çıkmış, ancak günden güne kırılarak yok oluyorlar.
Taş devrinden bugüne… Avşa kumsallarında bulunduğu belirtilen çeşitli çakmaktaşı, kemik gibi aletler, değirmentaşları ve değişik baltalar, adadaki yerleşimin yeni taş devrine (neolitik çağ) kadar uzandığını doğruluyor. Adanın yüzeyi yeni taş devri, ilk tunç çağının beraberinde, Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı çanak çömlek parçaları ile dolu. Bugüne kadar sistematik hiçbir kazı yapılmaması, pek çok tarihi eserin gün yüzüne çıkmasını da engellemiş.Adının kökeni Tarihçi Plinius’un eserlerinde “Ophiussa” olarak anılan Avşa, Bizans tarihinde ise “Afousia” olarak geçer. La Mottraye, 17. Yüzyıl başında, adaya burada bulunan Meryem Ana Manastırı sebebiyle Pnagia adı verildiğinden bahseder. Marmara adalarında tarihi incelemeler yapan Gedeon’a, Patrikhane tarafindan verilen 1892 tarihli vasiyetnamede ise, adadan “Aosia” olarak bahsediler. Rumlar adayı terk etmeden önce ise “Afissia” adını kullanmışlardı. Bir süre Araplar köyü sebebiyle “Araplar Adası” olarak da anılan adanın fotoğrafı adı, bir süre önce “Türkeli” yapılmış, ancak toplumun bugün kullanmış olduğu yaygın ad; tarihi isminden Türkçeleştirilmiş olan “Avşa”.
Araplara uzanan enteresan tarih Tarihçi Gedeon, Avşa’nın kurulmuş olduğu kumsalda, batıl bir inanış sebebiyle bahsettiği Triniti Kilisesi’nin yıkıntılarının olduğunu, ada Rumlarının aksi rüzgârlarla yolundan kalan gemici yakınlarının bu yıkıntıları dolaşırlarsa rüzgârın değişebileceğine inandıklarını anlatır. Ancak, bu günlerde adada böyle bir kilise kalıntısından eser yok. Adanın doğu kıyısında yer alan Yiğitler (Araplar) köyü enteresan bir tarihe sahip. Arap ordularının, İstanbul’u kuşattığı 672-678 seneleri arasında Arap donanması bu bölgede konaklamış ve çok sayıda Arap buraya yerleşmiş. Yiğitler köyünün halen kullanılacak olan diğer adının “Araplar” olmasının sebebi de bu.
Rumlardan sonra… Rumların adayı terk etmek mecburiyetinde bırakılması, adanın pek çok açıdan talan edilmesi sonucunu doğurmuş. Adanın yerli halkı haline gelen “Türkleşen Araplar” ve göçmen Türkler, adanın yüzeyindeki ağaç örtüsünün ve üzüm bağlarının azalmasının, tarihi eserlerin yok olmasının yolunu açmış. Türkiye’de bulunan Rumlar ile Yunanistan’da bulunan Türklerin mübadelesi sonrası geniş arazileri bedavaya alan göçmenler ise Rumlardan kalan bağları ve zeytinlikleri işlemek yerine arsa satarak geçim sağlamışlar.
Temeldeki tarih! Adadaki evlerin temellerinde, bahçe duvarlarında, tarihi binaların kalıntılarına rastlamak mümkün. Arsaların satılması ile birlikte toprakların küçülmesi insanları balıkçılık ve bağcılık yapmaya zorladıysa da turizmdeki gelişmenin ardından, üretimden büyük ölçüde kopmuş. Yine azımsanamayacak derecede üzüm bağları ve zeytin ağaçları bulunuyor.